Asiye Kemik

Asiye Kemik

TEPENİN ARDI: ÖTEKİ KİM?

A+A-

Emin Alper’in 2012 yılında çektiği, Berlin Film Festivali başta olmak üzere birçok ödül alan Tepenin Ardı filmi, başından sonuna kadar insana pek çok şeyi sorgulatıyor.

Filmi izlerken kendime tekrar tekrar sorduğum  soru ise “öteki kim?” sorusu idi.

Görmediği yörüklerin sürüsü tarlasına girdi diye, onlara kızan Faik’i izlemeye başlıyoruz ilk başta. Sonrasında ise izlediğimizin aslında ötekiye karşı duyulan korku ve bu korkudan beslenen nefret olduğunu görmeye başlıyoruz. Farklı erkeklik profilleri üzerinden eril iktidarın ne menem birşey olduğu ile tekrar tekrar yüzleşiyoruz film boyunca…

Filmin karakterlerinden kısaca bahsederek yüzleşilen gerçekliğin iskeletini ben vereyim, iskeletin içini de siz doldurun o halde.

Babasından kalan tarlaya sahip çıkan ve hayvancılıkla uğraşan, yaşça diğerlerinden büyük olan, neredeyse elinden tüfek eksik olmayan Faik, otoriteyi simgelemektedir. Ona bu otoriteyi veren ise erkek olması dışında sahip olduğu topraklarıdır...

Faik’in yanında çalışan Mehmet ise otoriteye boyun eğen, hatta Faik’e borcu olduğu için boyun eğmek zorunda kalan; öte yandan kendi çekirdek ailesi üzerinde bir otoritesi olan, rakı içmek ile erkek olmak arasında bağ kurarak Faik’in küçük torunu Caner’e öğüt vermeyi de

ihmal etmeyen, pasif agresif bir karakteri canlandırmaktadır. Pasiftir çünkü Faik’in yanında sesini çıkaramamaktadır. Agresiftir çünkü Faik’e söyleyemediklerinin acısını Faik’in kavaklarından çıkarmaktadır. Kavaklara zarar veren Mehmet’tir. Ama Faik bunu bilmemektedir.

Mehmet’in karısı Meryem ise hane içindeki bütün sorumlulukları alan kişidir. Geleneksel aile yapısı içindeki bir kadın profili çizmektedir. Hatta Meryem, iç içe geçmiş matruşka bir bebeğin en küçüğünü hatırlattı bana. Diğer bebeklerin sırasıyla Mehmet ve Faik olduğu, matruşkaların ise birer iktidarı simgelediği...

Meryem ile Mehmet’in oğlu Sülü ise, tam olarak beceremese de kısmen kendini babası ve Faik’ten soyutlamaya çalışan, köpeği Paşa ile dağda çobanlık yapan, başka bir erkek karakter. Sessiz, sakin ve içine kapanık olan bu karakter; filmde patlayan ama sadece izleyicinin sesini duyduğu tüfek sahnelerinden birinde, tüfeği ateşleyendir. Gece annesine tecavüz etmeye yeltenen Faik’in oğlu Nusret’i sabah bacağından vuran kişidir. Fakat gördüklerini kimseye anlatmaz. Bu anlatmama durumu çok farklı açılardan okunabilir muhakkak. Bu okumayı sizin bakış açınıza bırakıyorum.

Nusret, Faik’in şehirde yaşayan, eşini kaybetmiş olan oğlu. -Güya kentli, daha aydın olan erkek- Nusret, iki oğlu ile birlikte köye babasını ziyarete gelmiştir. Gücün bir simgesi olarak  diğerlerinin elinde gördüğümüz silahı Nusret’in elinde görmeyiz. Ancak günün sonunda, penisin de bir silah olabileceği (hatta ataerkil toplumlarda silah olduğu) gerçeği, Nusret’in Meryem’e tecavüz etmek istemesi ile dikilir karşımıza.

Caner, Nusret’in küçük oğlu. Büyüdüğünde kendini koruması söz konusu olduğu zaman, şiddette başvurmaktan hiç çekinmeyeceğinin sinyallerini veren, tüfeğe meraklı bir ergen. Öyle ki korktuğu için Sülü’nün köpeği Paşa’yı vuran.

Zafer, Nusret’in büyük oğlu. Askerlik sırasında yaşadıklarından dolayı bazı psikolojik problemleri var. Gerçek ile halüsinasyonu ayırt edemese de, filmdeki en gerçek karakterlerden biri bana göre. Kendini ispatlama çabası olmayan, kendi halinde, kendi dünyasından yaşayan biri. Filmin sonunda Faik’in ötekiye olan kızgınlığının bedelini ödeyecek olan kişi.

Bir de Meryem ve Mehmet'in küçük kızları var. Filme renk katan ve doğruyu açıkça söyleyen tek karakter diyebilirim bu küçük kız için.

Nusret ile aralarında şöyle bir konuşma geçer;

Küçük kız: “Yörükler bize bir şey yapmaz ki”

Nusret: “ Niyeymiş?”

Küçük kız: “Biz de yörüğüz de ondan. Annem öyle söyledi.”

Nusret: “Ama onlar kötü yörük.”

Şimdi cümleyi bir de şöyle okuyalım. “İnsanlar bize birşey yapmaz ki, zira biz de insanız” Pek çoğumuz insan olmanın içini ırk, cinsiyet, din gibi bir çok etmenle doldurduğu noktada “kendinden olmayan”dan korkmaya başlıyor. Hatta görmese bile. Tıpkı Faik gibi. Hadi diyelim ki; kişi içini doldurduklarından ibaret saydı kendini, farklı olana karşı korkusunu besleyen ne ola ki?

Kişinin farklı olana karşı korkusu (görmese bile), kötülüğün oradan gelebileceği düşüncesini beraberinde getiriyor. Düşüncesini kendi kendine ispatlayan ise yine kişinin kendisi oluyor. Ötekine olan kötülüğü kendi içinde büyüttüğü için.

Durum böyle olunca, aynı kimlikten olmaya yüklediği anlamlardan ötürü, hemen yanı başında yapılan kötülüğü de göremiyor insan. Faik’in Mehmet’in verdiği zararları göremediği gibi.

Çünkü “kimlik, kişinin bir insan olarak kendini tanımlayan temel nitelikleri anlaması gibi hususları gösterir ve kısmen tanınma veya tanınmama, çoğu zaman da başkalarının yanlış tanıması yoluyla biçimlendirilir’’ (C. Taylor/Çokkültürcülük).

Tıpkı Faik’in yaptığı biçimlendirme gibi. Halbuki Faik’in kendi dışında zannettiği şey kendi içindeydi...

Önceki ve Sonraki Yazılar

YAZIYA YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.