Kahvaltının Türk Dil Kurumu’ndaki sözcük anlamı: ‘Genellikle sabahları yenilen hafif yemek’ dir. Kahvaltı kelimesi ‘kahve altı’ deyiminin kısaltılmış halidir. Güne başlarken yenilen bu ilk öğün için İngilizcede ‘açlığı kırmak-gece boyunca süren orucu bozmak’ anlamlarına gelen ‘breakfast’ kelimesi kullanılır.
Kahvaltı, gece boyunca süren açlık sonrası güne enerjik başlamak için belki de günün en önemli öğünü sayılabilir. İster sabah kahvaltısı olsun ister öğle ve akşam yemekleri olsun yemek öğünleri sağlıklı beslenmenin önemli birer parçasıdır. Ancak, sağlıklı beslenmenin ötesinde bu yemekler çoğu zaman aile bireylerini, zaman zaman da arkadaşları, dostları bir araya getiren önemli fırsatlardır. Bu yemeklerde özlemler giderilir, iş bağlantıları yapılır, siyasi ve ekonomik kararlar verilir. Yani yemekler, özellikle ev dışında yenen yemekler, karın doyurmanın ötesinde sosyal ve ekonomik hayatımızın ayrılmaz birer parçalarıdır.
Vücudumuz için gerekli olan besin maddelerinin alınmasına ‘beslenme’ denirken; bu besin maddelerinin ‘doğru miktarda’ ve ‘dengeli’ bir şekilde alınmasına ise ‘sağlıklı beslenme’ diyoruz. Bir kişi günlük gereksinim duyduğu besin maddelerini esas olarak üç öğün yemekten ve aralarda aldığı gıdalardan almaktadır. Dünya’da kahvaltı kültürünün yaygınlaşması esas olarak endüstri devrimi sonrası olmuştur. Endüstri devrimi sonrası işgücü ihtiyacındaki artış işçi sınıfının doğmasına yol açmıştır. İşçiler evlerinden uzakta uzun ve yorucu çalışma süreleri nedeniyle gereksinim duydukları enerji için sabahları karınlarını iyi doyurmaları gerekiyordu. Yine endüstri devrimiyle birlikte tüketilen gıdaların nitelikleri de değişmeye başladı. Önceleri elde var olan kendi üretimi gıdalar tüketilirken endüstri devrimi sonrası fabrikasyon ürünlerinin tüketimi arttı. Beslenme daha sağlıksız bir yöne doğru kaymaya başladı. Daha sonra sosyokültürel alandaki gelişmeler sonucu kahvaltının sosyal yönü ortaya çıkmaya başladı. Özellikle tatil günleri insanlar sadece karın doyurmak için değil aileleriyle, arkadaşlarıyla hoşça zaman geçirmek, belki de iş hayatının bir parçası olarak ev dışında kahvaltılara gitmeye başladılar. Bunun sonucunda da bu alanda hemen bir ‘kahvaltı sektörü’ doğdu. Turistlerin tatil için geldikleri otellerde otelden dışarı bile çıkmamalarına neden olan ‘her şey dahil otelcilik’ sisteminin mucidi olan bizler bu seferde ‘serpme kahvaltı’yı icat ettik. Bu sistem, kişinin ne yiyip yemediğinin, ne kadar yediğinin hiç öneminin olmadığı sadece kişi sayısının önemli olduğu bir sistem. Sadece şu kadar kişilik diyorsunuz ona göre işletmenin planladığı bir tabak sürüsü masaya geliyor. Fotoğrafta gördüğünüz Türkiye’nin bir ilinde dört kişi için gelen bir serpme kahvaltı. Yani fotoğraf gerçek bir kahvaltı sofrasından alınma, kurgulama değil. Kahvaltı için gelen bu dört kişinin masaya gelenlerin yüzde beş-onundan fazlasını tüketme ihtimali olduğunu düşünemiyorum. Geri kalan kahvaltılık malzemenin yüzde doksanı çöpe atılacak.
Bu kadar gıdayı çöpe atarken acaba hiç Dünya’da milyonlarca insanın yatağa aç girdiğini, hatta günde bir litre temiz suyu bile zor bulabildiklerini düşünüyor muyuz? ‘Küresel açlık endeksi 2024’ raporu yayınlandı. Herkesin bu raporu internetten incelemesini isterim (https://www.globalhungerindex.org/). Dünya’da şu anda 42 ülke endişe verici ve ciddi derecede açlık yaşıyor. Eğer açlığı önlemedeki ilerleme 2016'dan bu yana gözlenen hızda devam ederse, küresel düzeyde açlık seviyesinin 2160 yılına kadar düşmesinin mümkün görülmediği belirtilmekte. Bizler ne ara bu kadar duyarsız olduk. Kahvaltının sağlıklı beslenmenin bir parçası olduğunu, sağlıklı beslenmenin besin maddelerinin ‘doğru miktarda’ ve ‘dengeli’ bir şekilde alınması olduğunu unuttuk. Elbette evde veya ev dışında bir mekanda ailemizle, dostlarımızla, arkadaşlarımızla bir yemek yemek sosyal yaşamın çok güzel bir parçası. Zaman zaman mutlaka yapılmalı. Sağlığımız açısından yememiz gerektiği kadar yemeği de elbette yemeliyiz. Ama gözümüzü doyurmaya çalışmamalıyız. Maalesef gözlerimiz midemiz kadar kolay doymuyor. Kalan yemekleri çöpe gönderirken milyonlarca insanın yatağa aç girdiğini, o yemekler soframıza gelene kadar kaç işçinin ve canlının emeği ve alın terinin olduğunu unutmamalıyız.
Yazımı sevdiğim Amerikalı yazar Charles Bukowski’den bir alıntı ile bitirmek istiyorum: ‘Ünlü bir giyim firmasında çalıştığım yıllarda, firmanın satılmayan kıyafetleri çöpe attığını fark ettim. Hemen patrona gidip, "Bu ürünleri çöpe atmak yerine neden ihtiyaç sahiplerine dağıtmıyoruz?" diye sordum. Bana şöyle dedi: "Bizim ürünlerimizi sadece zengin insanlar satın alabiliyor. Eğer bu kıyafetleri fakirlerin üzerinde görürlerse rahatsız olurlar. Ayrıca marka değerimiz düşer ve zarar ederiz." O gün anlamıştım ki; yoksulluk fakirleri doyuramadığımız için değil, zenginleri doyuramadığımız için bitmiyor’.
İnstegram: prof.dr.hayrettinsahin